Kırmızı İp

Siz de batı düşünce sistemine alışık bireyler tarafından yetiştirildiyseniz ya da kendi kimliğinize bunu yerleştirmenin avantajlı olduğunu düşünenlerdenseniz muhtemelen her şeyi sorgulamak, ‘inanç’ sistemlerine karşı biraz skeptik durmak, rasyonel akla uymayan şeyleri bir nebze yokmuş gibi bastırmak ve/ya rasyonalize etmek gerektiğini mutlaka biliyorsunuzdur. 

Rutin bir yaşam ritminiz varsa, sistemin içinde kendinizi pek parlak hissetmiyor olmaya ve her gün kronik minik bir yorgunluk hissetmenize rağmen ortalama bir hayat yaşamaya tamamsanız hiçbir sorun yok. Yazıyı burada sonlandırabilirsiniz :)

Problem, buna tamam diyemeyip bir de kendini rasyonel aklın ötesine de teslim edemeyenlerde. Bir şeylerin yanlış gittiğini hissettiğimiz zamanlarda, sadece ucu görünen bir kırmızı ipin peşinden gider gibi, merakla ve hafif bir tedirginlikle kendimize ve aklımıza sorular sormaya başlarız. Belirsizliğin tedirginliği muhakkak yanı başımızdadır. Soruların bir çoğu ise yanıtsız kalır. Her durumda mutlak yanıtı olmayan soruların uçlarını açık bırakmaya alışık olmayan akıl, nasıl panik olmasın ki?

Bizi nereye götüreceğini bilmediğimiz o kırmızı ipi takip ettiğimizde de her zaman keyifli deneyimlerin içinden geçeceğimizin garantisini kimse veremez. Hatta bir çok zaman bu deneyimlerden ders almakta inatçı olan dik başlı aklın civatalarını gevşetip, gerektiğinde devreye sokmayı öğrenmek, doğu mistisizminde vaadedilen ‘mutluluk’tan fersah fersah uzaktır. 

Bir çoğumuz tam da bu noktada bu ipin peşini bırakıp, -en azından- kendi bildiğimiz mutsuzluğumuza dönüp, yerleşmeyi ve tekrar tekrar içimizi bulandıran o çıkmazı yaşamayı yeğleriz. Bilinmeyen acı -kurgusal muhakeme devredeyse neredeyse her zaman- büyüktür, bilinen acıdan. Tam da burası biz insanlar için ironiktir: Aklın ötesinde deneyimleyeceğimiz benliğimizin yaratacağı her ne ise, kaldığımız rutin ortalama hayatımızda her gün minik dozlarla çektiğimiz acı birikintisinde oturmaktan daha zor olmasa gerek. 
Kıyıda durup dalgaların bize çarpmasına karşı koymak, dalgalardan atlayıp, ardındaki (muhtemelen) daha sakin sularda keşif yapmaktan çok daha fazla yorar bizi. Hele de yıllardır aynı denizin kıyısında bekliyorsak… Sabırdan farklı olarak, karşı koymak, direnmek gibi eylemler akışın içinde yer alarak hareket etmekten çok daha zor ve hırpalayıcı olmaktadır. 

antonia-kofod-_v1qujrWkG4-unsplash.jpg


Yoga Sutraları’nda bahsi geçen “ishvara pranidhana”, yani; kendinden büyük bir güce teslim olmak, ilk bakışta çoğu zaman bir Tanrı, kendimizin ötesinde/dışında bir varlık ya da güç gibi algılansa da yakından baktığımızda insanın bilinmez ve sonsuz potansiyeli ile karşılaştığında ne yapması gerektiği hakkında bize ipuçları bırakır. 

İnsanın zeka ve bilincini belli sınırlarda tutarak kullanmasını sağlayan akıl bize köstek olmaya başladığında o’nu devredışı bırakmak ya da en azından bunun tekniklerini öğrenmek bizim önce kendimize sonra tüm insanlığa karşı bir sorumluluğumuzdur. Evrimin bir parçası olan insan potansiyelinin derinleşebilmesi ve genişleyebilmesi için başta aklın çok da itiraz etmediği bir giriş kapısı bularak kendimizle temasa geçmenin vaktidir. 

mourad-saadi-GyDktTa0Nmw-unsplash.jpg


Yaşam karşınıza sorun, engel, problem veya dalgalar çıkarıyorsa yakından bakın. Etrafından dolaşmak, üstünden atlamak ya da arkanızı dönüp gitmek, yani; bilincimizin ücra odalarından bize seslenen potansiyelimize sağır kalmak, yeniden ve yeniden aynı dalga boylarında çırpınmaktan başka bir şey olmayabilir. Dalgalar çoğu zaman kıyıda kırılır ve en büyük boyuna ulaşır. Suyun altında ise sadece yolculuğa yardım eden akıntılar bizi bekliyor. 

Irmak Bayındır  

Previous
Previous

Yeni Başlayanlar için Meditasyon

Next
Next

Hatha Yoga